Dünyamızın neredeyse dörtte üçünü kaplayan okyanusların tabanının sadece %5’ini keşfetmişiz. Dünyamızın uydusu olan Ay’ın ve hatta Mars’ın bile yüzeyini daha iyi biliyoruz, bilmeyi geçtim üzerinde gezinebiliyoruz.
Daha Dünyamızın büyük bir kısmını keşfedememişken Güneş sistemimiz hakkında bu kadar bilgimiz olması sizce de ilginç değil mi? A.B.D. Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi’nin raporuna göre okyanuslarımızın tabanının sadece %5’ini keşfedebilmişiz.
Uzayı mı keşfettik, okyanusları mı?
1969 yılından günümüze kadar uydumuz Ay’ın yüzeyine dahi 12 insan gönderildi. Günümüzde neredeyse her gün 2 kişi Everest’in tepesine çıkıyor. Peki ya Dünyanın en derin noktasına bugüne kadar kaç kişi gidebildi? 4 kişi.
1960 yılında yani Ay’a ilk defa gidilmeden sadece 9 yıl önce “Trieste” isimli denizaltı 2 kişiyi Dünya’nın en derin noktasına indirmeyi başardı. Yaklaşık 5 saat süren yolculuk sonunda zeminde 20 dakika kaldıktan sonra yüzeye geri döndüler.
James Cameron’la İkinci Dalış
İkinci insanlı dalış ilk dalıştan tam 52 yıl sonra 2012 yılında gerçekleştirildi. Bu dalışta kullanılacak araç için 4 farklı ekip adeta bir yarışa girdiler. “Deepsea Challenger (Derin Deniz Meydan Okuyucusu)” isimli araç ile inecek kişi ise oldukça farklı bir isimdi. Titanic ve Avatar gibi filmlerin de yönetmeni olan James Cameron.
Dayanıklı Saat
James Cameron dalışı sırasında yanında başka bir eşya da götürdü. Bir Rolex saat. Dalış için kullanılan aracın hidrolik koluna bir kol saati takılmış. Bundan 52 yıl önce yapılan dalışta da böyle bir saat kullanılmış. Saat o derinlikte dahi çalışmaya devam etmiş. Etkinliğin sponsorlarından olan Rolex için çok akıllıca bir reklam olduğunu düşünüyorum.
Saatin dayanıklılığı gerçekten hayret verici düzeyde. Şöyle düşünebiliriz, neredeyse 10.000 metre derinlikte üzerinizdeki basınç 1800 filin ağırlığına denk. Yani kol saatinizin üstüne aynı anda 1800 filin oturduğunu hayal edebilirsiniz.
Fakat gelin görün ki saat bozulmasa da saatin takıldığı hidrolik kol arızalanmış ve maalesef keşif sırasında zeminden parça toplamak için kullanılması planlansa da, bu gerçekleşememiş.
Üçüncü insanlı dalış ise yeni sayılır, 2019’da gerçekleştirildi. Bir denizaltı kaşifi olan Victor Vescovo tam 10.928 metre derinliğe inerek yeni bir rekora imza attı.
Mariana Çukuru
Peki çukura dönecek olursak, birçoğunuzun adını duymuş olabileceği Mariana Çukuru’ndan bahsediyoruz. Çukur ilk olarak 1875 yılında keşfedildi. O zamanlar okyanusların derinliğini ölçmek için oldukça basit bir yöntem kullanılıyordu. Bir ipin ucuna bağlanan ağırlık yavaş yavaş batırılıyordu. İlk ölçümlerde 5000 metre ile 9000 metre arası ölçümler yapıldı.
Sonar cihazının da keşfiyle birlikte 1951 yılında çukurun derinliği 10.900 metre olarak ölçüldü. Yapılan modern ölçümlerde çukurun en derin noktasının derinliği 11.034 metre olarak ölçüldü.
Everest Dağı mı, Mariana Çukuru mu?
Bu derinliği daha sade bir şekilde anlatmam gerekirse, Dünyanın en yüksek noktası olan Everest Dağı’nın yüksekliği 8848 metre. Everest Dağını alın, ters çevirin ve deniz seviyesinde Mariana Çukuru’nun tam üzerine getirin. Bu hâliyle bile Everest’in tepesiyle Mariana Çukuru arasında 2146 metre mesafe olacaktır.
Çukurun ne kadar derin olduğunu zihninizde daha iyi canlandıran animasyonla hazırlanmış şu siteye de göz atabilirsiniz
Peki orada ne var?
Peki dalışları gerçekleştirdik, derinliğini de az çok gözümüzde canlandırabildiğimizi düşünüyorum. Sonuç olarak ne bulduk çukurda?
İlk iki dalışta bazı yeni keşfedilen canlılar dışında pek de bir şey bulunamamış, fakat 2019 yılında gerçekleştirilen 3. dalışta çukurda maalesef hiç de beklemediğimiz birkaç parça görülmüş.
Plastik çöp poşeti ve birkaç şeker ambalajı…
Sadece bu da değil, o derinlikte bulunan canlılarda radyoaktif karbon-14’e rastlandı. Bu da ikinci dünya savaşında okyanuslar üzerinde yapılan nükleer bomba denemeleri sonucunda olduğu düşünülüyor.
Bu noktada biraz düşünmemiz gerekiyor.
Dünyada sadece 4 kişinin kendi gözleriyle görebildiği, adım dahi atamadığımız, binlerce kilometre derinlikte olan bir çukur var ve o çukurda bizden birinin elinden çıkmış olan bir şeker ambalajı ve radyoaktif atığın zehirlediği canlılar var.
Bu olayla ilgili daha fazla konuşmak istemiyorum. Sadece ne yapabiliriz ondan bahsetmek istiyorum. Çünkü Dünyamızı bu hızda tüketmeye devam edersek, doğadan pek iyi yanıtlar almayacağımızı düşünüyorum. Pek çok yazımda da belirttiğim gibi Dünyamız bizden yardım istiyor, hem de uzun bir süredir.
En basit şekilde size şu tabloyu göstermek istiyorum.
Dünyamıza Yardım Edelim…
Bizim için bir plastik şişe su satın almak ne kadar kolay değil mi veya bir plastik bardakta su içmek? Fakat bu basit şişenin doğaya etkisi 1000 yıl boyunca devam ediyor. Peki ya bir pipet? Hayatımızda 2 dakika için kullanacağımız bir pipet için doğayı tam 500 yıl boyunca kirletiyoruz.
BBC’nin yaptığı bu iki haberde bir yelkovan kuşunun ve ölü bir balinanın midesinden çıkan midesinden çıkan plastikleri görüyoruz.
Mideleri plastik dolu olan binlerce yelkovan kuşu yavrusu yaşam savaşı veriyor pic.twitter.com/JkFGWq5Kfz
— BBC News Türkçe (@bbcturkce) 4 Temmuz 2018
Bunun gibi maalesef çok fazla örnek var.
O plastik şişedeki suyu satın almadan önce, o plastik bardaktaki suyu içmeden önce veya o pipeti kullanmadan önce lütfen tekrar düşünün.
Bu yazımda umarım dünyamız için, doğamız için bir kaç ışık yakabilmişimdir.
Teşekkür ederim.
We don’t need a handful of people doing zero waste perfectly. We need millions of people doing it imperfectly.
Sıfır atığa mükemmel derecede katkıda bulunan bir avuç insana ihtiyacımız yok. Bunu mükemmel olmasa da yapabilen milyonlarca insana ihtiyacımız var.
Anne Marie Bonneau
Yeni yazılarımı paylaştığımda haberdar olmak için abone olabilirsiniz:
1 Pingback