Ari'Blog

Just imagine

Life of a Product and Minimalism

Bir ürünün hayatı olur mu? İnsanlar tasarlarsa bir ürünün de hayatı olabilir. Tıpkı insan hayatı gibi ürünlerin hayatı da başlar, devam eder ve biter. Fakat bir zamanlar ürünlerin hayatını tasarlamıyorduk, onları sadece daha iyi hâle getirmeye çalışıyorduk. Belki bu döngüden minimalizm ile kurtulabiliriz.

Anlatacağım kavram bu işten kısa vadede kâr edenlerin tabiri ile “ürün yaşam döngüsü” veya daha gerçekçi olmam gerekirse “planlı eskitme”. Kısa vadede kâr eden diyorum çünkü bu iş uzun vadede onların da zararına yol açacak. Bu konuya geri geleceğim fakat önce “planlı eskitme” kavramını konuşalım.

Planlı eskitme

Modern Endüstri

Dünya 1900’lü yıllarda endüstride yaşadığı yeniliklerle eskiden hiç olmadığı kadar karmaşık bir pazar hâline geldi. Şimdilerde hayatımızın her alanına girerek yeni bir devrim yaratan internetin ve dolayısıyla bilginin çağını yaşıyoruz. Tıpkı bir zamanlar buharlı makinelerden, elektrikle çalışan makinelere geçiş ile birlikte yaşanan devrim gibi. Bu devrim ile birlikte üretim hiç olmadığı kadar hızlanmıştı. Üretim hızlanmıştı fakat tüketim aynı oranda hızlanmıyordu. Bunun en temel sebebi üretilen ürünlerin pazarda doygunluğa ulaşmasıydı.

Bir ürünü alan kişi onu uzun yıllar kullanıyordu ve yenisine ihtiyaç duymuyordu. Üreticiler bunun kendi sonlarını getireceğini öngörerek farklı bir şey yapmaları gerektiğini düşündüler. Bunu da ürettikleri ürünlere ömür biçerek yaptılar. Ürünler tasarlanırken artık sadece fonksiyonel özellikleri değil onların ne kadar kullanılabileceği de hesaba katılmaya başlandı.

Planlı eskitme
Ürün yaşam döngüsü

Ürün Yaşam Döngüsü (!)

İşte bu hesabın sonucunu da kulağa oldukça masum gelen bir kavramla pazarladılar. Bu kavram “ürün yaşam döngüsü”. Kilit kelime “döngü”. Sonsuz bir döngünün içinde ürünler üretiliyor, insanlar tarafından alınıyor, kullanılıyor ve ömrü bitiyor. Peki sonra?

Sonrası yine her zaman olduğu gibi dünyamızın sırtına bir yük olarak binen bir çöpten başka bir şey değil. Önceki yazımda da bahsettiğim gibi dünyanın en derin noktasında bulduğumuz şeyden maalesef çok da farklı değil. Biz bu denli hızlı üretip, tüketirken dünyamız bizim bu hızımıza ayak uydurabiliyor mu? Maalesef uyduramıyor. Biz insanların dünyayla ilişkisini bir animasyon olarak anlatan şu videoyu izlemenizi öneririm.

Konumuza dönecek olursak, “planlı eskitme” nasıl başladı?

126 Yıldır Yanan Ampul

Buna en iyi örnek ampuller. Evet evet hani şu sürekli yenisini aldığınız, hatta “daha dayanıklı” olduğu için LED olanlarından aldığınız ampuller.

Ampulü kimin icat ettiği tartışmasına girmeyeceğim. Bu Tesla ve Edison arasında geçen başka bir yazının konusu olsun. Merak edenler için ben Tesla’ya daha yakınım. 🙂

Tesla v. Edison

Ampulün patenti resmi olarak 1880 yılında Edison tarafından alınmış olsa da ampul aslında 1800’lü yılların başında icat edildi. 1900’lü yıllara kadar farklı denemeler yapıldı. 1900’lü yıllara kadar yapılan denemelerde ampul teknolojisi hızla gelişti. Öyle gelişti ki 1895 yılında üretilen bir ampul günümüzde hâlâ yanmaya devam ediyor. Tam 126 senedir yanan bir ampulden bahsediyoruz.

Ampul California’da bir itfaiye istasyonunda bulunuyor. Hatta onu canlı olarak yayınlayan bir site dahi var. Şuradan siz de ampulü canlı olarak izleyebilirsiniz.

Ampulü çeken kamerayla ilgili ironik bir nokta ise bu kameranın da bozulup iki defa değiştirilmiş olması. Anlaşılan ampulün aksine kameralar “ürün yaşam döngüsü”‘ne katılan ürünlerden.

126 yıldır yanan ampul

Peki 1895 yılında üretilen ve 126 senedir yanan bu ampulden sadece 30 sene sonra üretilmiş bir ampul sizce ne kadar dayanıklı olmuştur? İşte hemen aşağıda bu ampulün reklamını görüyorsunuz. Sadece 1000 saat garanti edilmiş.

1925 ampul reklamı

Teknoloji geriye mi gitti?

Bir tarafta 1895 yılında üretilmiş ve 126 yıldır yanan ampul var, diğer tarafta 1925 yılında üretilmiş ve sadece 1000 saat yanma garantisi veren bir ampul var. Bu 30 sene içinde ne oldu da teknoloji bu denli geriye gitti diye düşünmeyin. Teknoloji geriye gitmedi sadece tüketim toplumu için atılan adımlardan biri yaşandı.

Kartel ve Güçler

Hatta ampul teknolojisinin daha fazla iyileştirilmemesi için tam da 1925 yılında bir kartel kuruldu (Phoebus kartel). Kartelin üyeleri arasında bugün ampul almak istediğinizde ilk aklınıza gelen markalarda vardı. Kartelin amacı piyasada standart bir kalitenin üstünde ürün üretmemekti ve hatta eğer böyle gelişmiş bir ampul üretirseniz ceza ödemeniz bile gerekiyordu. Ampulün dayanıklılığı için üst sınır 1000 saat olarak belirlenmişti. İşte bu sebeple az önceki reklam posterinin 1000 saati garanti etmesi de tesadüf değildi.

Kartel çalışmalarını 1925’ten 1955’e kadar sürdürmeyi planlıyordu fakat 1939’da başlayan II. dünya savaşının araya girmesiyle birlikte kartelin çalışmaları devam edemedi.

Her ne kadar kartel dağılmış gibi görünse de ampullerin gelişimi hızlanmadı. Üreticiler hâlâ “planlı eskitme” yöntemini uyguluyorlar.

Peki yaratılan bu “ürün yaşam döngüsü” içinde sürekli tüketmeye odaklanan toplulukların dünyaya etkilerin nelerdir?

Yıllık karbondioksit salınımı grafiği
Kaynak: https://ourworldindata.org/co2-and-other-greenhouse-gas-emissions
Yıllık karbondioksit salınımı grafiği

Yukarıdaki tabloda 0 yılından 2018 yılına kadar dünya üzerinde kaydedilmiş karbondioksit salınımı miktarını görüyorsunuz. 1950’lerde yaşanan hızlı artış günümüzde hâlâ devam ediyor. Otomotiv sektörünün etkisini her ne kadar küçümseyemesek de sorun sadece otomotiv sektöründen kaynaklanmıyor.

Gerçekten ihtiyacımız var mı?

İhtiyacımız olmadığı hâlde ihtiyacımız varmış gibi gösterilen eşyaları satın almaya devam ettikçe bu döngüden kurtulmamız pek de mümkün görünmüyor.

Yaptığımız tüm bu gereği olmayan alışverişlerin yarattığı bir çöplüğün üzerinde yaşıyoruz.

Teknolojik atık

Yazımın başında da bahsettiğim gibi bu tüketim çılgınlığı kısa vadede üreticilerin yararına gibi görünse de uzun vadede yaşadığımız dünyayı bir çöplüğe döndürme potansiyeli itibariyle kimse için yararlı bir sonuç yaratmayacaktır.

Az çoktur…

Yapabileceğimiz en basit şey ise o yeni ürünü almadan önce tekrar düşünmek. Kendinize şu basit soruyu sorun. Buna gerçekten ihtiyacım var mı? Bu soruya düşünerek yanıt verirseniz, birçok zaman alacağınız şeye aslında ihtiyacınız olmadığını göreceksiniz.

Bu noktada işi daha da anlamlı bir noktaya taşımak isteyenler için önerim minimalizm felsefesini araştırmak olabilir. Minimalizm felsefesini içselleştirmiş ve bunu herkesle paylaşmaya çalışan iki minimalist şöyle tanımlıyor minimalizmi;

Minimalizm, özgürlüğü bulmanızda size yardımcı olabilecek bir araçtır. Korkudan kurtulmak. Endişeden kurtulmak. Fazlalıktan kurtulmak. Suçluluktan kurtulmak. Depresyondan kurtulmak. Hayatlarımızı etrafında inşa ettiğimiz tüketim kültürünün tuzaklarından kurtulmak. Gerçek özgürlük.

The Minimalists
Minimalists

Minimalizm bize gerçek mutluluğu bulma yolumuzda önemli bir destekçi olabilir. Her ne kadar biz gerçek mutluluğu bu ürünlerde arasak da mutluluğun almaktan değil vermekten, dıştan değil içimizden, çoktan değil azdan geldiğini gördüğümüzde asıl mutluluğa yaklaşabileceğimizi düşünüyorum.

Having more and more won’t solve the problem, and happiness does not lie in possessions, or even relationships: The answer lies within ourselves. If we can’t find peace and happiness there, it’s not going to come from the outside.

Daha fazlasına sahip olmak sorunu çözmez ve mutluluk mülkiyette ve hatta ilişkilerde yatmaz: Cevap içimizde yatar. Orada huzur ve mutluluk bulamazsak, mutluluk dışarıdan gelmeyecektir.

Tenzin Palmo



Yeni yazılarımı paylaştığımda haberdar olmak için abone olabilirsiniz:

Next Post

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

© 2024 Ari'Blog

Theme by Anders Norén