Steve Jobs Apple’ın yeni CEO’luğunu teklif ederken, Pepsi-Kola’nın CEO’su John Sculley’e tek bir soru sordu, “Hayatının geri kalanı boyunca şekerli su satmak mı istiyorsun yoksa benimle gelip dünyayı değiştirmek mi?” Bu soruyu sormadan önce teklifi reddeden Sculley, Jobs soruyu sorduktan sonra kendini sorgulamak zorunda kaldı, bunu şu sözlerle açıkladı, “Boğazım düğümlendi, çünkü hayatımın geri kalanı boyunca neyi kaçırdığımı merak ederek yaşayacaktım.” İşte tam bu an Sculley için bir hikâyenin zirve noktasıydı, bu noktada vereceği cevabı tahmin etmek zor olmazdı. Jobs cevaba değil soruya güveniyordu. Çünkü soru cevaptan öte Sculley’nin kafasında bir hikâyeye dönüşmüştü.
soru > cevap
Namibya Kalahari Çölünde yaşayan ilkel sayılabilecek “Buşmanlar” Jobs’un anlattığı – oluşmasını sağladığı – hikâyeyi farklı bir amaçla kullanıyorlar. Gündüzleri avcılıkla uğraşıp, geceleri birbirlerine hikâyeler anlatıyorlar. Bu hikâyeleri günlük hayatlarında edindikleri tecrübeleri aktarmak veya eğlenmek için kullanıyorlar. Burada ortak nokta insanların duygusal olarak birbirlerini etkilemeleridir. Princeton Üniversitesi’nden sinirbilimci Uri Hasson’a göre, ilgi çekici hikâyeler anlatabilen birisi dinleyiciye düşünceler veya duygular ekleyebilir. Duygu mantığın karşısında her zaman daha büyüktür, daha doğrusu mantığa – beyine – giden yola erişmek için önce duygulara – kalbe – erişilmesi gereklidir. Aslında kalbe giden yolda beyinde duygusal hafıza ve duygusal tepkilerin oluşmasındaki primer role sahip bölge olan amigdaladan geçer.
duygu > mantık
Bu bağlamda düşündüğümüzde hepimiz birer hikâye anlatıcısı ve dinleyicisiyiz, çünkü bugün bile bu yazıyı okumanızı sağlayan, sizi buraya getiren geçmişte yaşadığınız bir olayın sonucudur veya olayın kendisidir. Yani herkesin hayatında bir anlam çıkartacağı hikâyeler vardır, önemli olan bu hikâyelerin sizin tarafınızdan nasıl yorumlandığıdır.
Sizlerle hayatlarının hikâyelerini derinleştirip onunla bütünleşip, kendi yolunu, tutkusunu bulan insanların hikâyelerini paylaşmak istiyorum. Sonrasında belirli konular üzerine tutkulu olan insanların bu konuları anlatırken nasıl davrandığını – hikâyeyi nasıl anlattıklarını – gösteren birkaç video göstereceğim.
Temel sorumuz “ne yapmak istiyorsun?” değil, “senin içini şenlendiren – seni heyecanlandıran – nedir?” sorumuz bu.
Ünlü iş adamı Chris Gardner multi-milyoner bir borsa simsarı olmadan önce, iki yaşındaki oğluyla bir metro istasyonunun tuvaletinde kaldığı gecelerin hikâyelerini benimsemişti, saklamamıştı. Tam tersine bu hikâyelerden güç almıştı. Gardner sabahları oğlunu okula bıraktıktan sonra borsa simsarı olmak için ücretsiz derslere katılıyordu. Gardner başarının sırrı için şunları söyledi, “Başarının sırrı, yeniden meşgul olmak için gün doğumunu beklemeye bile tahammül edemeyeceğiniz kadar uğraşmayı sevdiğiniz bir şey bulmaktır.” Gardner bu cümlesiyle onun içini şenlendiren şeyin ne olduğunu gayet iyi biliyordu, böylece hayatında istediği adımları atarak doğru noktaya geldi.
Mark Burnett İngiliz ordusuna hizmet ettikten sonra Amerika’ya geldiğinde ne maddî ne de manevî açıdan birikime sahipti. Çocuk bakıcısı olarak çalışırken zenginlerin hayatlarını inceledi. Burnett tişört satmaya karar verdiğinde çoktan hikâye anlatıcılığının önemini keşfetmişti, hatta hangi insana, hangi hikâyeyi, nasıl anlatacağını bile öğrenmişti. Analitik ve duygusal müşterilere farklı yaklaşarak herkesin arkadaş olmak isteyeceği bir kişi olmaya çalışıyordu, böylece satışını arttırıyordu. Burnett Amerika’daki sekizinci yılında tişört satıcılığı ve akılcı yatırımları sayesinde ilk milyonunu kazanmıştı. Amerika’ya gelişinin on altıncı yılında Survivor’ın Kuzey Amerika haklarını satın almıştı, fakat bunu gerçekleştirebilmek için büyük televizyon patronlarından en az birini ikna etmesi gerekiyordu. Birçok başarısız denemeden aldığı “hayır” cevaplarından kazandığı tecrübeleri o tek “evet” cevabını almak için kullanacaktı. Sonunda sektörün en sert yöneticilerinden olan Les Moonves’i ikna ettikten sonra şunları söylemişti, “Ne kadar gergin olursanız olun cesur davranın ve kendinize güvendiğiniz hissini verin.” Tabi Survivor ve ardından yaptığı birçok yarışma da tüm zamanların en çok izlenen reality şovları oldu. Burnett hayatının anlamını barındıran cümlelerde şu sözleri de söyleme gereği duymuştu, “Nihayetinde doğru yolda olduğunuza asla emin olamazsınız, içinizdeki sesi dinleyip bunun işe yarayacağına güvenmek zorundasınız. Yol önünüze açıkça serilmemiştir. Bir rehberiniz olacaktır ama yürümeye başlamadığınız sürece herhangi bir yere varamazsınız. Yürümeye başlayın, yolun nereye çıkacağını bilmeseniz bile.” Yani Burnett fikirlerinin gücüne, içsesine güveniyordu ve olaylara biraz da iyimser yaklaşıyordu. Bununla ilgili olarak John Hopkins Tıp Fakültesi sinirbilim bölüm başkanı Solomon Snyder araştırmalarında şunu görmüştü, ona bir isim bile vermişti. “Gözü Peklik Prensibi” (The Audacity Principle). Bu prensipte en büyük buluşları bulan bilim insanlarının ortak özelliğinin gözü peklik olduğunu keşfetmişti. Yani bir fikre inanan ve ne olursa olsun onun peşinde koşan insanların gerçekte daha büyük keşifler yaptığını bulmuştu. “Hayır”ları, “evet”i yakalamak için kullanıyorlardı.
hayır > evet
Günümüzün en önemli vaizlerinden olan John Osteen’in oğlu Joel Osteen çocukluğunda içine kapanık ve toplum içinde konuşmakta zorlanan biriydi fakat bir gün babasının yerine vaaz verdikten sonra “Asla babası kadar iyi olamayacak.” gibi yorumlar aldı ve bunları önce kendi içinde tekrarladı. “Gerekene sahip değilim, asla babam kadar iyi olamayacağım.” Fakat sonra bu düşünceleri tekrarlamayı bırakıp, yine aynı düşünceleri kendini geliştirmek için kullandı. “Yeterince iyi değilim”leri, “her şeyi yapabilirim”lere dönüştürdü. Bu noktadan sonra gelişimi hızla arttı. Burada karşımıza yeni kavramlar çıkıyor, hikâyeyi yorumlamak. Osteen kendine yöneltilen eleştirileri kendini köreltmek için değil geliştirmek için kullandı. Bu eleştirileri bir görev olarak kabul etti ve bu görevleri de tehdit değil aşılması gereken bir engel olarak gördü. Buna inandıktan sonra, sadece denedi. Denemeye devam etti. Yanlışlar, doğruları; korkular, güveni getirmeye başladı.
yanlış > doğru
Gordon İngiltere’nin Kuzeydoğusunda ufak bir kasabada yaşayan bir çocuktu. Gordon’un yaşadığı ev Titanic enkazını kurtarmak için yola çıkan RMS Carpathia’nın da bulunduğu tersaneyi görüyordu. Babası Gordon’un tersane işçisi olmasını istiyordu fakat Gordon kraliyet ailesinin konvoyunu gördükten sonra ne yapacağını – onu neyin şenlendirdiğini – bulmuştu. O, ünlü olmak, adını milyonlara duyurmak istiyordu. Gordon Sumner ileride “The Police” grubunun da kurucusu olacak ve sonrasında da Sting olarak yoluna devam edecek olan kişiden başkası değildi. Sting gelecekte şarkı yazma konusunda bir çıkmaza girdiğinde bunun çözümüne de çocukluğunda yaşadığı evin karşısındaki tersanede bulacaktı. Sting ilham kaynağı olarak o tersanedeki hikâyeleri keşfetti ve kullandı. Sting geçmişte tanıdığı isimleri buldu ve onların hikâyelerini şarkılarına aktardı. Yaptığı Broadway Müzikali, Son Gemi, kasabası Wallsend’de geçiyordu. Sting bu yolda geçmişinde yaşadığı olayları, kendini geleceğe taşımak – olgunlaştırmak – için kullandı.
geçmiş > gelecek
Jobs için önemli olan insanların kalbine dokunabilmekti ve bunu nasıl yapacağını çok iyi biliyordu. Jobs’un adeta hikâye anlatımını baştan yarattığı ilk iPhone’u tanıttığı lansmanı. Aşağıdaki link ile iTunes üzerinden orijinal olarak ücretsiz izleyebilirsiniz. (42. videonun 26. dakika 17. saniyesinden itibaren tanıtım başlıyor.) https://itunes.apple.com/tr/podcast/macworld-san-francisco-2007-keynote-address/id275834665?i=1000026524322&l=tr&mt=2
Sakıp Sabancı için asıl amaç saf ve sonsuz başarıydı, bunun insanlar için önemli olduğunu biliyordu, başarıyı kovalamak için sonsuz koşmanın sürekli kendini geliştireceğini keşfetmişti.
Anlattığım hikâyeler gibi daha birçok farklı hikâye var. Bu hikâyeler insanların hayatlarını biçimlendirdiler ve bu insanlara güç verdiler. İnsanlar onlara inandılar, güvendiler. Onları yorumlayarak daha da geliştirdiler. Yazımın ilk bölümünün sonuna yaklaştık. Yazımın ikinci bölümünde farklı hikâyeleri keşfetmeye ve sizlere aktarmaya devam edeceğim fakat ondan önce size sormak istediğim bir soru var.
Bu insanlar cevap yerine soruyu, mantık yerine duyguyu, evet yerine hayırı, doğru yerine yanlışı, güven yerine korkuyu, gelecek yerine geçmişi seçerek asıl amaçlarını – onların içini şenlendiren amacı – buldular. Bu yolla hepsi kendi için başarılı kabul ettikleri o noktalara geldiler. Siz de bu soruyu kendinize sorabilirsiniz. Hemen bir cevap bulmak zorunda değilsiniz lakin önemli olan doğru soruyu sorabilmek.
Senin içini şenlendiren nedir?
Kaynak: Hikâye Anlatıcısının Sırrı – Carmine Gallo
1 Pingback